Son arkeoloji araştırmalarının, en eski yerleşme bölgesi olarak nitelediği Orta Asya’yı, Tanrı dağlarının güneyinde ve kuzeyinde kalan iki bölüme ayırarak sınırlamak yerinde olur. Tanrı dağlarının güneyindeki bölge Doğu Türkistan’dır. Kuzeyindeki bölge ise Altay dağları, Çungarya Stepleri ve İrtiş yöresidir. Bu yörede, her an hareket halinde olan, toprağa yerleşmemiş göçebe topluluklar yaşıyordu. Bunların mesela Çin ülkesine yaptıkları akınların sonucundan Çin ülkesi etkilendiği gibi, atlı kültür de bu yerleşik düzenden çok şey alıyordu.
Orta Asya’da, ortak yanları olmakla birlikte birbirinden az çok farklı kültürlerin birbirini izlediğini, biri biterken hemen bir yenisinin başladığını görüyoruz. Bu kültürlerin bıraktığı kalıntılar daha sonra o topraklarda kurulacak olan yeryüzünün ilk göçebe İmparatorluğunu (Büyük Hun İmparatorluğu) pek çok yönden etkiledi. Orta Asya bölgesinde yüzyıllarca gelişen bu uygarlık daha sonra, Hunların Batı’ya yönelen kolları aracılığıyla Ortaçağ Avrupa sanatı üzerinde etkileri oldu ve güneye doğru inen kolların aracılığı ile İslam medeniyetini etkisi altına aldı.
Kaba çizgileriyle sınırlarını çizdiğimiz Orta Asya bozkırlarının uygarlık kronolojisine Hz. İsa’nın doğumundan 5000 yıl öncelerine inerek başlamak gerekiyor.
Cilalıtaş dönemi Doğu Türkistan ve Moğolistan’da M.Ö. 5.- 2. yüzyıllar arasında gelişti. M.Ö. 3000 yıllarında Amuderya’nın Aral gölünde yaptığı deltada, “Keltemürar kültürü” diye adlandırılan bir kültür doğdu. Bu kültürün sahipleri balıkçılık ve avcılık yapan, toprağa yerleşik bir topluluktu.
Yine aynı çağlarda Altay dağlarında düz yüzlü, “aziliyen” diye adlandırılan veya “Oğuz tipi” diye nitelendirilen bir topluluk yaşıyordu.
Bir süre sonra bu kültürün, özelliklerini yavaş yavaş kaybettiğini ve Altay-Sibirya ortak kültürünü oluşturduğunu görüyoruz. Ama çağın en etkili ana kültürü yine de Altay kültürüdür. Ve Altalılar, Orhon kıyılarını, Moğol bozkırlarını ve İtiş boylarını etkileyerek gelecekteki Orta Asya uygarlığının temellerini atmaktadır.
M.Ö. 2000’de Altay dağlarıyla Güney Sibirya’da çağın iki kültür merkezi kurulmuştur. Bu iki kültür de Oğuz tipinde beyaz bir ırk tarafından temsil edilmektedir.
Atlı kültür dediğimiz ve Orta Asya bozkırlarını bir baştan bir başa kavrayan kültür, Minusink bölgesinde Tagar gölünün Altay bölgesinde Mayemir bozkırının adını alarak yaşamıştır. Bu Tagar ve Mayemir kültürü kendilerinden önce gelişen bütün kültürlerin bir özü, bir sonucudur. Bu kültür bir yandan Saka ve Hun sanatında, öte yandan Güney Rusya’daki İskitler’de derin etkiler bırakacaktı.
M.Ö. 1328 yıllarında, Çin yıllıkları kuzeydeki bozkır göçebelerini anlatırken “Tik” adlı bir kavşmden söz ederler. Bu “Tik” kelimesinin Çincede bozulmuş şekli olduğu dilbilimcilerin fikridir. Göktürk sülalesi zamanında bütün Türklere, yani Türkçe konuşan kamlere genel ad olarak Türk denmiştir. Daha önceleri ise kabile ve kavim adları (Hun, Avar, Kırgız, Karluk, Oğuz vb.) kullanılmış, bunların hangisi askeri ve siyasi güç göstermiş ise Türk Devleti onun adına anılmıştır. Bu arada tarihçiler, Çin’in 3. İmparatorluk sülalesi olan Çuların (M.Ö. 1050-256) Türk olduğunda birleşiyorlar.
Bundan sonraki Türk fetihlerinin karanlık çağlarında ait izler Türk destanlarına yansımıştır. “Ergenekon destanı” bunların en önemlisidir.
Çin kaynakları, Türklerin fatihlik ve cihangirlik vasfını izahta daha gerçekci davranır. Çinlilere göre Türklerin yabancı kavimler üzerinde hakim kılan, onların süvarilik vasfıdır.
Efsanevi Türk ve İran kahramanı Alp Er Tunga, Saka İmparatorluğu’nun en parlak çağının hükümdarıdır. Ondan sonra çöküş başlamıştır. Saka İmparatorluğu bir yandan İranlılar öte yandan Çinliler tarafından ortadan kaldırılmışlardır. Saka ve İskitlerle Türk kavimlerin İran’a, Kafkasya’ya, Doğu Avrupa’ya, Balkanlar’a ve Anadolu’ya kadar uzandıkları kesinlikle bilinmektedir.
Türklerin demir madenine sahip olmaları ve yüzyıllardan gelen alışkanlık ve ustalıkla demiri işlemeleri, onlara benzersiz bir güç katıyordu.
Türkistan M.Ö. 2. yüzyılın başlarında Mete tarafından fethedildi, fakat ancak Karahanlılar çağında kesin şekilde Türklerin anayurdu oldu.
Görülüyor ki büyük Türk Hakanlığı’nın Yabgu Teoman tarafından kurulmasından önceki dönemde, Türker Asya kavimleri arasında kendilerine özgü uygarlıklar ve töreleriyle, aynı zamanda savaşçı bir güç olarak komşu ülkeleri ve kültürleri etkiliyorlar ve bu ülkelerle çeşitli ilişkiler sürdürüyorlardı. Tarihi gelişimi, coğrafyanın getirdiği koşullar, çeşitli topraklara göçler, bu sebeple dilin ve Lehçeleri uğradığı değişimler Türk ırkının farklı boylara ayrılması sonucunu doğuruyordu.
Categories: Ana Sayfa